Coğrafi keşifleri başlatan İspanya ve Portekiz 15. yüzyıl sonlarından itibaren Afrika için büyük bir tehdit oluşturmaya başladılar. Yavuz Sultan Selim ile hâkimiyet alanını Mısır’a ulaştıran Osmanlı Devleti, Afrika’nın imdadına tam zamanında yetişti. Öncelikle Barbaros Hayrettin Paşa gibi usta denizciler sayesinde vahşi batının açgözlü iki öncüsü İspanyol ve Portekizliler; Cezayir, Trablusgarp, Tunus ve hatta Fas’tan atıldılar. Kızıldeniz başta olmak üzere Umman Denizi ve Basra Körfezi bölgelerinde de etkinliğini arttıran Osmanlı Afrika’nın Kuzeydoğu sahillerinden başta Portekizliler olmak üzere sömürgecileri uzun zaman uzak tutmayı başardı. Bu himaye Osmanlı padişahını bütün Müslümanların halifesi olarak tanımalarını sağladı.
Avrupa Sömürgeciliği 17. ve 18. yüzyıllar boyunca daha ziyade Afrika kıtasının batı ve güney sahil şeritlerinde kurduğu ticaret kolonileri vasıtasıyla köle satın almanın ötesinde fazla bir varlık gösteremedi. Kısa zamanda Avrupa’da birbiri ardına kurulan ve çoğu kralların himayesinde desteklenen farklı “Coğrafya Cemiyetleri” ve “Enstitüleri” genç maceraperestleri buralara gitmeye teşvik ettiler.
İçlerinden sağ dönebilenlere büyük mükâfatlar ve madalyalar takdim edildi. Genç coğrafyacıların bu azimli ve kararlı seferlerinin ardından, sömürge askerlerin oldukça acımasız davranışlarla saldırıları ve misyonerlerin yerlileri Hıristiyanlaştırmak için uzun süren yolculukları takip etti. Hem Kuzey Afrika’da, hem de kıtanın diğer sahillerindeki yerleşim mahallerinde bulunan Avrupalı konsoloslar kıtanın iç bölgelerine kendi vatandaşlarının veya onların himayesinde düzenlenen bu seferlerin gerçekleşmesi için büyük gayret gösterdiler.
Osmanlı Devleti’nin 18. yüzyıl sonuna kadar Afrika’nın Kuzey ve Doğu sahillerini Avrupalıların işgalinden kurtarmakla kalmayıp kendi idaresine alarak muhafaza etmesi dünya tarihinde benzerine az rastlanır bir durumdur. Bu bölgeleri genelde Anadolu’dan, bazen de Balkanlar ve Kafkaslardan her yıl götürdüğü binlerce genç askerle elinde tutabildi. Öyle zamanlar oluyordu ki Batı Anadolu’daki bazı kasabalarda askerlik çağında genç bulmak neredeyse imkânsız hale geliyordu.
Oysa Avrupalılar Afrika’yı sömürgeleştirme sürecinde kendi askerlerinden ziyade yerlileri zorla silahaltına alarak onları kıtanın iç bölgelerine düzenledikleri askeri seferler için kanlı ve acımasız cephelere sürüyorlardı.
Kaldı ki bu uygulamalarını sadece Afrika’nın sömürgeleştirilmesiyle sınırlı bırakmadılar. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşları için bu kıtadaki sömürgelerinden milyonlarca asker getirip Avrupa’da birbirlerine karşı açtıkları cephelerinde çarpıştırdılar. Bunların çoğu cephelerde ne için yapıldığını dahi bilmedikleri savaşlar için arkalarında genelde en ufak bir iz bırakamadan bir hiç uğruna ölüp gittiler.
Tarihte güçlü devletler kuran bütün Müslüman toplumların geçmişinde Avrupalıların Afrika’daki uygulamalarına benzer sömürgeci bir tavır görmek neredeyse imkânsızdır. Zaman zaman adaletten sapan bazı Müslüman idareciler içinde kendi tebaalarına veya ele geçirdikleri ülkelerin halklarına karşı zalimane bir tavır sergileyenler mutlaka olmuştur. Ancak onların tavırları daha ziyade kendilerine mahsus olup sömürgecilik tarzı bir sürece girmemiştir. Başka toplumları sömürmeye müsaade etmeyen İslam dininin emirlerinin etkisi büyüktür.
Fethedilen topraklardaki insanlar kısa zaman içinde ya Müslüman olarak ülkelerine gelenlerle birlikte yeni fetihlere katılıyorlar veya kendi inançlarını muhafaza ederek bunun karşılığında devlete bir takım ödemelerde bulunarak hem hayatlarını hem de kazançlarını garanti altına almış oluyorlardı.
Oysaki Avrupa sömürgeciliğinde Afrika yerlilerinin ne can güvenliği, ne mal güvenliği kalıyordu. Ellerindeki arazileri alınarak Avrupa’dan getirilen fakir köylülere dağıtıldığı gibi kendileri de zorla ya bu arazilerde çalıştırılıyordu. Sömürülen ülkelerin mazlum halkını zorla yerlerinden kopartarak; Güney Amerika, Karayip Denizi, Büyük Okyanus veya Hint Okyanusu’nda bulunan diğer sömürgelerine anlaşmalı işçi statüsü adıyla götürdüler.
Afrika’da yapılan kazılar, Avrupalıların buraya gelmeden önce bu kıtada belli bir medeniyetin var olduğunu göstermektedir. İşlenmiş mücevherler, seramik kalıntıları, su bentleri, Afrika’da Latin Amerika’nın büyük geçmişinden aşağı kalmayacak bir tarihi gözler önüne sermektedir. Portekizlilerin Afrika’ya girdiği tarihlerde özellikle Sahra Çölü’nden Güney Afrika’ya doğru uzanan bu medeniyet hâlâ canlıydı. Ancak Portekizliler gittikleri her yerde var olan düzeni altüst ettiler.
İlk olarak Hint Okyanusu’nda ticareti felce uğrattılar. Bununla Venediklilerin ve Müslümanların tekelindeki baharat ticaretini ele geçirdikleri gibi bu ticaret hattı sayesinde Afrika’nın doğusunda yaşayan toplulukları da sefalet içerisine sürüklediler. Ümit Burnu’nu keşfettikten sonra burada bulunan halkı kuzeye göç etmek mecburiyetinde bırakan Portekizliler, birbirlerini iten halk yığınlarının karışmasına ve var olan dünyanın çöküşüne sebep oldular.
UHA Haber Merkezi - ÖZKAN KARACA
SON YAZILAR